Taşranın Büyük Bilgesi-Mehmet Emin Ceylan
Aslında babam hakkında daha kapsamlı bir film yapmak istiyordum. Başlangıçta niyetim onun kimselere benzemeyen taraflarına eğilmekti. Ama galiba film, babamın özgün ve beni hayrete düşüren taraflarını değil de, daha çok tipik, herkeste var olabilecek bir özelliğini öne çıkardı. Yaşama gücünü birbiri ardına edindiği amaçlarla, bunlara ulaşmak için giriştiği sonu gelmez mücadeleler içinde bulan, tüm vaktini bu mücadeleyi lehine çevirecek stratejiler geliştirmekle harcayan, bu yüzden de biraz bencilleşmiş ve insanlara güvenini biraz yitirmiş bir karakter çıktı ortaya.[1]
Nuri Bilge Ceylan’ın babasının vefat haberi daha yeni düştü bilgisayar ekranına. Oturduğum yerden kalkamadım. Sıcak çayımdan bir yudum aldım biraz sonra. Bir şeyler yazmak istedim bu bilge adamla ilgili. İlk kez oğlunun Kasaba filminde karşıma çıkan ve beni büyüleyen bakışların sahibi yaşlı bilge. Sarı çayırların ortasında uyuyakalan, akşamın alacasında ateşin başında torunlarına ve çocuklarına Birinci Dünya Savaşı günlerinden bahseden güzel insan.
Birde bu kasabadan önce çekilen ama benim çok sonraları izlediğim yönetmenin ilk ve tek kısa filmi Koza’da, sevdiğinin gözlerine tam olarak bakamayan bir erkeği canlandırdığı rolü.
"Koza" garip bir filmdi, senaryosu yoktu, aklımda birtakım fikirler vardı; ancak çekimi çok uzun sürdüğü için yolda sürekli değişiyordu bu fikirler. Eski Rus filmleri satın aldım çok ucuza ve çok ucuza eski bir kamera da buldum. Okuldan sonra bir kısa filmde çalışmıştım. Arkadaşım Mehmet Eryılmaz'ın çektiği bir kısa filmdi bu. Onda oyunculuk yaptım ama asıl amacım bütün aşamaları görmekti. Doğrusu bu filmde çalışmakla okulda öğrendiğimden çok daha fazla şey öğrendim; bu beni cesaretlendirdi. O filmin çekildiği eski kamerayı satın aldım Satın aldım çünkü çekimi çok uzun bir süreye yaymak istiyordum, ne yapacağım belli değildi, senaryo konusunda zorlanıyordum. Sanıyorum, bir seneyi geçti o 20 dakikalık kısa filmin çekimleri. Bütün boşluklarda, fotoğraf çekmeye gider gibi, Çanakkale'ye gittim. Annemi babamı oynattım; çünkü ekibin her zaman elimi uzattığımda orada bulabileceğim insanlar olması gerekiyordu. Sonunda "Koza" diye bir şey ortaya çıktı. Bu filmin bir kısmını tek başıma çektim ve tek kişilik farklı asistanlar bazen yardımcı oldu. Ama, yine de, çektiğim filmlere baktığımda en zorlandığım film "Koza" olmuştur; çünkü bir kere başladığınızda ve bir şey ortaya çıktığında artık cesaret kazanıyorsunuz. Düğüm çözülüyor.[2]
Sonra ardından gelen Mayıs Sıkıntısı. Nuri Bilge Ceylan’ın bütün aile efradına saygı duruşunda bulunurken özellikle onu ön plana çıkarıyordu. Yazının başında alıntıladığım bu söyleşi de babasının kendisi için ne kadar önemli olduğunu da vurgulamaktaydı büyük yönetmen. O film bazı festivallerden özellikle oyuncu kadrosu ile ödüller de aldı. Yönetmenin anne ve babası ile kuzeni ve arkadaşından oluşan bu oyuncu kadrosu Cannes’dan ödülle dönen Uzak için de oyuncu tercihlerini değiştirmeyecekti.
Mayıs Sıkıntısı bir yönetmenin film çekmek amacıyla ailesini hem ziyaret etmek hem de film çekmek için oyuncu bulmasını anlatıyordu. Bir nevi Kasaba’nın arka planını anlatarak aynı konu üzerinden tatlı bir güzellik sunuyordu izleyicilere.
"Mayıs Sıkıntısı"; "Kasaba" filmini çekerken gözlemlediğim şeylerden ortaya çıktı. Bir de beni zaman zaman -gençliğimden beri- varoluş şekliyle hem şaşırtan hem hayran bırakan hem de güldüren ve kendine has bir adam olan babamı anlatma arzusuyla ortaya çıktı.[3]
Filmin içerisinde yönetmenin babasının da apayrı bir öyküsü vardı. Ekip biçtiği her gün itinayla kilometrelerce bisiklet sürerek ulaştığı bahçesinin “kadastrocu”lar tarafından alınacağı için tedirgindi amcamız. Kimi zaman bahçesinde onları tedirgin bir şekilde beklerken kimi zaman da kasaba esnafı ile şaşkın bir şekilde sohbet ederken bu büyük koparılmayı yaşayacak olmanın garip hüznü vardı üzerinde.
Sonra İklimler filmi. Yönetmen, burada Mehmet Emin Ceylan’ı kendisinin ve eşinin başrolünde olduğu akademisyen fotoğrafçının babası rolünde oynatıyordu. Mehmet Emin Ceylan, çok kısa da olsa başında şapkası ile karşımıza çıkıyor ve Kasaba ve Mayıs Sıkıntısı’nda büyülenen izleyiciyi yine mest ediyordu.
Sonra hiçbir zaman karşıma çıkmadı Mehmet Emin Ceylan. Sadece Nuri Bilge Ceylan ve ablası Emine Ceylan’ın birlikte açtıkları “Babam İçin” sergisinde yaşamın büyük bir sürprizi karşıma çıkana dek. O fotoğrafları müze[4] yönetiminden istedim ve sağ olsunlar gönderdiler. Sonra bir CD nin içerisine toplanmış o fotoğrafları uzun uzun inceledim. Bir ırmağın kıyısında uzaklara bakarken, uzun yeşil çayırların üzerine yüzüstü uzanırken, evinin somyasında gelişigüzel uzanırken veya bir yağmurun ardında ıslak gözlerle tüm evreni süzerken. O fotoğraflardan aklımda kalan en önemli ayrıntı Mehmet Emin Ceylan’ın hüzünlü gözleriydi. O hüzünlü gözler ki beni sinema masalının içerisine çekti ve sonra o eşsiz girdabın içine sürükledi.
Onu yine oğlu en iyi anlatmakta. Bu yazıyı da onun sözleriyle bitirmek en iyisi:
Babam memurdu orada, ziraat mühendisiydi. O ilişkileri, hükümet konağındaki hiyerarşiyi çok iyi hatırlıyorum... O hep beni rahatsız etmiştir. Bir üst basamaktaki her zaman bir alttakini aşağılama hakkına sahiptir. Bir sahneyi hiç unutmuyorum. O zaman çok fakirlik vardı, memurlar da daha zengin değildi halktan; hepimiz yamalı pantalonlarla gezerdik, çoraplar yamanırdı, ayakkabılara pençe yaptırılırdı, kesinlikle birden fazla ayakkabımız olmazdı. Daha ucuz olsun diye babam bir traş makinesi almıştı, bizi o traş etmeye başlamıştı... Alabros diye bir traş vardı, arkada saç olmaz, önde birazcık olur, ama o geçişin çok hassas bir şekilde yapılması gerekirdi... Yapılamadığı zaman sert bir geçiş olurdu... Bir gün hâkimle savcı, tam arkadaşlarımla oynarken geldiler. Babamla aralarında her zaman bir iktidar ilişkisi vardı, bir astlık üstlük sorunu yoktu ama, birbirlerini aşağılamak için fırsat kollarlardı. "Oğlum, kim traş etti seni?" dedi hâkim. "Babaam" dedim ben oyunu bırakıp. Birbirlerine baktılar, şöyle bir kafa salladılar. (Gülüyor) Ben bunun önemli bir şey olduğunu anlamadım tabii. Sonra babama anlattım, ama öylesine anlatmıştım, büyük bir olay gibi değil. Birden bunun annemle babam arasında bayağı bir olay olduğunu hissettim. Böyle "vay, eşşğoğlueşekler" falan diye... Bayağı bir sinir olmuşlardı. Bütün memurlar arasında böyle bir mücadele vardır. O yüzden aklımda hep öyle bir karakter vardı, hâkim, kaymakam falan gibi. Bunların sadece arkalarından küfredilirdi, yüzlerine karşı hep "efendim" denirdi.[5]
Mekanın cennet olsun Taşranın Büyük Bilgesi.
[1] Esra Aliçavuşoğlu, Nuri Bilge Ceylan ile Söyleşi, Cumhuriyet Gazetesi, 2 Aralık 1999
[2] Burçin S.Yalçın, Nuri Bilge Ceylan ile Söyleşi, Popüler Sinema Dergisi, Aralık 1999
[3] Burçin S.Yalçın, Nuri Bilge Ceylan ile Söyleşi, Popüler Sinema Dergisi, Aralık 1999
[4] Milli Reasürans Sanat Galerisi
[5] Yücel Göktürk - Sungu Çapan, Nuri Bilge Ceylan ile Söyleşi, Ocak 2000