Sunday, February 05, 2012

Interview | 2000 Sonrası Türk Sineması'na Eleştirel Bakış




Özgür Yılmazkol: Türkiye’de sinema farklı bir kulvara girdi
Asım Öz '2000 Sonrası Türk Sineması'na Eleştirel Bakış' kitabının editörü Özgür Yılmazkol'la kitabını ve sinemayı konuştu 


Asım Öz/ Dünya Bülteni


Sinemanın dünyadaki misyonu, etkisi ve yansımaları dikkate alındığında Türkiye'deki  sinemanın  özellikle 90'ların ikinci yarısından itibaren belirgin bir şekilde ivme kazandığı görülecektir.


Türkiye'de sinema daha proje aşamasındayken aldığı ulusal ve uluslar arası desteklerle farklı tür ve anlatı yapısına sahip filmlerin çekildiği bir süreci yaşar hale gelmiştir. Alan ile ilgili enformasyonun artan önemi de süreci çeşitlendiren ve cesaretlendiren diğer unsurlar olarak değerlendirilebilir. Tüm bu bileşenler, Türkiye'deki sinema  önce nicelik olarak ardından da nitelik açısından altın dönemlerinden birini yaşatmaktadır. Bu önkabulden hareketle 2000 ve sonrası Türkiye'deki  sinemanın  geçen on yıllık dönemde nasıl bir seyir izlediğine dair incelemekte fayda bulunmaktadır.
Çok yazarlı 2000 Sonrası Türk sinemasına Eleştirel Bakış adlı  eser iki binli yıllar ve sonrasında  Türkiye'de üretilen filmleri yönetmen, akım, anlatı, dil, oyuncu, biçim, senaryo, estetik ve tür bağlamında özellikle kültürel çalışmalar perspektifinden irdeleyerek sinemanın genel profilini ortaya koymuştur.  Özgür Yılmazkol'la kitabını konuştuk.


Asım Öz: 2000 sonrası Türk Sineması'na eleştirel bakış adını taşıyan kitabı nasıl hazırladınız?
Özgür Yılmazkol: 2000 sonrası Türk Sineması'ında kayda değer bir değişim ve dönüşüm söz konusu olduğu için, bu zaman dilimine dair akademik bir inceleme yapma gereği duydum. Bir de bu son dönem Türk Sineması alanında yayın boşluğu olduğu için, yola çıktık. Umarım kitabımız ilgilisine ve meraklısına ulaşır  ve alandaki boşluğu doldurur...
Kitabınızın iki binli yıllarda Türkiye'deki sinema konusunda nerede durduğunu veya nasıl bir katkısı olacağını düşünüyorsunuz?
2000'li yıllarda Türkiye'deki sinema farklı bir kulvara girdi. Öncelikle kendi içine dönük sadece kendi metotları ile kendi hikayesini anlatan bir sinema anlayışı yerini daha geniş düşünen, oyunu daha uluslar arası kurallara göre oynayan bir sinemasal anlayışa bıraktı. Kısacası yapısal anlamda değişiklikler meydana geldi ve bu değişiklikler artık üretim anlamında meyvelerini vermeye başladı. Şu an izlediğimiz vizyondaki filmler ve kitapta incelediğimiz filmler bu yapısal değişikliğin birer yansıması...


ÜLKE SİNEMALARINI ADLANDIRMAK


Türkiye'de yapılan sinemayı adlandırma sürecinde kullanılan Türk kavramı sizin açınızdan nasıl bir anlama sahip?
Ülke sinemaları adlandırılırken hep aynı yöntem kullanılır aslında, İngiliz Sineması, Alman Sineması, İspanyol Sineması gibi... 'Türk Sineması' tanımlaması da öteden beri kullanılmaktadır. Son dönemde yapılan bazı yorumlarda ve kitap isimlerinde ise. 'Türkiye Sineması' tanımlaması dikkat çekmektedir. Bence çerçevelere takılmadan, biçimden çok içeriği nasıl daha üst düzeye çıkarabilirizi tartışmalıyız...
Türkiye'de iki binli yılları sinema açısından önemli kılan özellikler ve gelişmeler nelerdir?
Öncelikle niceliksel açıdan gittikçe azalan film üretim sayısında bir artış meydana geldi. Bu başlı başına bir gelişme. Artan film üretimi iyi ya da kötünün zamanla ortaya çıkacağı bir sürecin başlangıcı. Dolayısı ile sinema üzerine kafa yoran, emek harcayan, bu işe maddi açıdan destek veren cesur yapımcıların arttığı bir döneme de işaret ediyor 2000'li yıllar... Ardından dünya sinemasında aldığı birbirinden prestijli ödüllerle 'ben de varım' diyen ve belki de yıllardır ilk kez sesini yükselten bir sinema 2000'li yıllar Türk Sineması...
Küreselleşme olarak adlandırılan olgu sinemayı hangi açılardan etkiliyor? Küresel dünya, sınırların kalkması, çok kültürlülük... Artık her iş, biraz da dünyaya pazarlamak için mi yapılıyor? Siz bu noktada ne düşünüyorsunuz?
Tek amaç bu değil elbette ancak, temel amaçlardan bir tanesi. Uluslar arası pazara açılmak ve ülke sinemasının sesini orada duyurmak. Bu yapı aslında bir anlamda politikaların, yasaların ve bir dolu maddesi olan anlaşmaların yapamadığını bir film süresince karşı tarafa anlatan bir etkiye ve güce sahip. O yüzden son dönem dünyanın küresel yapılanmasında mikro ölçekte filmlere ve üst çatıda sinemasal anlayışa çok fazla iş düşmekte ve bu misyon sebebiyle filmler ve yönetmenler daha fazla önem kazanmaktadır.


SİNEMA İLGİSİNİN YAYGINLAŞMASI


Türkiye'de son yıllarda üst üste çok film çekildi. Çok sayıda film yapılmasının nedenlerini neye bağlıyorsunuz?
Daha önce de ifade ettiğim gibi, sinema alanı üzerine düşünen kesim arttı. Bu işin eğitimini almış kişileri de hesaba katarsak, bu alana hizmet vermek için can atan ciddi bir kemik kitle var. Kişisel teknolojinin ulaşılabilirliği, ulusal – uluslar arası yarışmalar da bu süreci daha doğurgan hale getirdi. Bir de görsel dünyanın bu kadar egemen ve başat olduğu bir zamanda, diğer kitle iletişim araçlarına nazaran sinema özgün ve etkili olma özelliğini hala koruyor. Bu sebepten dolayı da sinema, seslerini duyurmak isteyen kişi, ülke, topluluk ya da ideolojilerin de en önemli sesi olmaya devam ediyor.
Nasıl buluyorsunuz gidişatı?
Ben gidişatı yorumlarken biraz temkinli olmakla birlikte olumluyum. Zira artık vizyonda 'kaliteli' Türk filmi izlemek isteyen bir kitle oluştu. Bu kitle yerli sinema çarkının yavaş da olsa, durmadan dönmesi için önemli bir ivme oluşturdu. Benzer şekilde bu işe ciddi anlamda maddi destek veren cesur yapımcılar açısından da geri dönüş görüldüğü için sonraki projelere daha kolay destek olmaya başladılar. Aslında birbirine bağlı bir sürü zincirin halkaları süreci bu hale getirdi.
Peki çekilen filmlere Türkiye'nin siyasi, toplumsal konumu veya Türkiye'nin elitlerinin halkının üzerinde yolunu bulmaya çalıştığı toplumsal ve kimliksel güzergahlar ne oranda yansıyor?
Niceliksel artışın içinde oldukça geniş bir türsel dağılıma dikkat çekmek isterim. Biyografik filmler (Türkan-Bediüzzaman), korku filmleri (Araf-Gomeda- Musallat), Seri komediler (Eyvah Eyvah, Recep İvedik), 12 Eylül dönem filmleri (Babam ve Oğlum, Sonbahar), Taşra filmleri (Dondurmam Gaymak, Beş Vakit, Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak), 3'lemeler (Yumurta-Süt-Bal, Zeynep'in Sekiz Günü-Dilber'in Sekiz Günü-Ali'nin Sekiz Günü), Edebiyat uyarlamaları (Siz ve Gece, Kıskanmak, Abdülhamit Düşerken), Tarihi filmler (Zincirbozan, Devrim Arabaları) vb. Böylesine çeşitli türde filmin üretildiği bir dönemde, izleyici farklı sınıftan farklı ideolojilere de sahip olsa yakalanmaktadır.


DEĞİŞİK MEKÂNLAR


Kapadokya'da, Antalya'da, ticari film yapanların üretim yapmaları için kurulmuş platoların varlığından hareketle Türkiye'nin, sinema anlamında kapitalizmi keşfettiğini dile getiren yaklaşımlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türk Sineması'nda tek mekan olarak kullanılan İstanbul'un tekeli de bu dönemde kırılmıştır. Sinema aslına bakarsanız yoğun sermaye gerektiren bir pazar olduğu için kapitalizme uzak değildir. Ama başka başka mekanlarda platoların kurularak anlatıların fonunun İstanbul dışına çıkmasını anlamlı görüyorum. Filmler özellikle ülkeler için ciddi bir tanıtım malzemesi ise, değişik mekanların gösterilmesi anlamlı.
Peki Amerikan ana akım sineması içinde belli yeri olan romantik komedi türünün Türkiye'de iki binli yıllarda yapılan filmlerde yer buluşu nasıl bir görünüm arz ediyor?
Aslına bakarsanız özellikle Hollywood'un çok sevdiği ve çok çektiği tür olan romantik komedi türü biz de çok sık olmasa da çekiliyor ama klişeler üzerinden hareket eden bir tür olarak romantik komedilerin ülkemizde çok şanslı olduğunu düşünmüyorum.
Yapımcıların artık diziler kadar olmasa da sinema filmlerine ilgi gösterdikleri söyleniyor, bu doğru mu?
Evet yapımcılar filmlere öncelikle temkinli yaklaşsalar da, gişe başarılarının ardından sinema filmlerine daha çok ilgi göstermeye başladılar. Bu yapı, sinemadaki gidişatın önemli bir bileşenidir. Sürecin önemli bir bileşeni olarak yapımcılar, sinema filmlerine destek verdikçe, birbirinden farklı filmleri izleme şansına sahip olacağız.


KORKU TÜRÜNÜN BEREKETİ


Peki ya film türlerinin çeşitlenmesi, örneğin son zamanlarda birçok korku filmi yapıldı
2000 sonrası bu tür açısından bereketli bir dönemdi. Bir dönem hep klişelerle ve klasik bir anlatı ile belli tarzda film üreten Türk Sineması açısından 'korku' filmleri önemli bir açılım. Türün meraklılarına genel korku kalıpları içinde geleneksel motifleri de koyan anlatı ile seslenen filmler, gişede hasılat bıraktıkça yapımcılar bu tarz filmlere daha ilgili olmaya başlamışlardır.
2006-2007'de üst üste 12 Eylül ile ilgili çok film çekildi, neden şimdi?
Geçmişimizle yeni yeni yüzleşmeye başladık diye düşünüyorum. Bir şeylerin üstünü örtüp geçiştirmeden üzerine gitmeye bu dönemlerde başladık. Önce televizyonda 12 Eylül teması 'Çemberimde Gül Oya' dizisi ile acaba diyerek denendi. Ardından bu konu ile ilgili bir çok sinema filmi çekildi. Geçmişimizde filmlere konu ve tema olacak fon olacak çok zengin olayların, kişilerin ve gelişmelerin olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda sinemamızın bize ait konu, dönem ve kişileri işlemesini anlamlı buluyorum. Sanırım bu konuda senaristlere çok iş düşüyor.


YENİ SİNEMA


Bu yıllarda öne çıkan yönetmenler kimler?
Bu dönemde çok fazla yeni isim film çekti. Bunlar arasında ön plana çıkanlar: Reha Erdem, Semih Kaplanoğlu, Çağan Irmak, Yüksel Aksu, Cemal Şan, Seyfi Teoman, Özcan Alper. Tabii süreci zengin kılan bir önceki dönemin başarılı yönetmenlerini unutmamak lazım: Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu...
Göçmen sineması denildiğinde akla gelen isimlerden Fatih Akın'ı da dahil etmişsiniz kitabınıza...
'Duvara Karşı' filmiyle tokat gibi mesaj veren ve çokkültürlülüğü filmlerinde başarılı bir şekilde ama bağırmadan anlatan Fatih Akın'ı, bu tarz bir yapının içinde es geçemezdim. Akın, her ne kadar Türk kökenli Alman yönetmen olarak ifade edilse de, filmlerinde Türklere ve Türk kültürüne dair birçok veri bulunmaktadır. O yüzden bu kitap içinde de Fatih Akın'ı atlamak istemedim. Coğrafi olarak Türkiye sınırları içinde yaşamasa da, uzaklardan bu coğrafyaya dair söyleyecek sözleri olan Akın, özellikle 2000 sonrası Türk Sineması'na altmetinlere yerleştiği mesajlarla katkıda bulunmuştur.
Yeni sinemacılar olarak bilinen isimlerin kendilerini bir hareket olarak nitelemeleri durumu var. Buna karşın Türkiye'de henüz kişisel üretimler yapıldığını yani bir Semih Kaplanoğlu, Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Derviş Zaim vs. sinemasından bahsedebileceğini ama genel bir Türk sinemasından bahsedemeyeceğimizi dile getiren yaklaşımlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yeni dönemi isimlendirmeye yönelik farklı tanımlamaların olduğu ortada ama ben bu tarz tanımlamalar için henüz erken olduğunu düşünüyorum. Ama şurası doğru, kişisel üretimlerin yapıldığı daha ağırlıklı bir şekilde öne çıkıyor. Bu tarz başarılı kişisel yönetmenlerin sayısı çoğaldıkça, belki genelleme yapılarak genel bir Türk Sineması tanımı ve kavramsallaştırılması yapılabilir. Dileriz Nuri Bilgeler, Demirkubuzlar, Zaimler, Kaplanoğulları çoğalır...


ARINMA MEKÂNI OLARAK TAŞRA


Son dönem sinemasında taşra anlatısına sahip filmlerin sayısının artışını neye bağlıyorsunuz? Sinemanın taşraya bakışı tekil mi çoğul mu?
Son dönem Türk Sineması'nda kişileri, yaşantıları ve düşünceleri tektipleştiren kapitalizm sürecine karşı bir özlem, bir nostalji öğesi ve bir kaçış ve arınma mekanı olarak taşra anlatısı sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Bu filmlerle modern zamanlar içinde yaşayan yalnız bireyler, geleneksele olan özlemlerini taşra fonlu filmler ile gidermektedirler. Kişisel olarak bu türdeki filmleri beğenerek izliyorum. Bu koşturmacalı hayat içinde adeta bir solukluk mola verdiriyor bu filmler. Sinemanın taşraya bakışını çoğul olarak görüyorum. Bir kaçış mekanı, bir arınma duygusu yaratan yer, nostaljik bir duygu, bir özlem ve kendini gerçekleştirmek için içinden çıkılacak yer ve çocukçu bakış açısı bu filmlerde öne çıkan temel temalar...
Bu noktada Gönül Yarası filmi ele aldığınız dönem ve öncesinde sinemadaki öğretmen temsili açısından nasıl okunabilir?
Öğretmen hep devleti temsil eden bir nefer olarak resmedilmiştir. 'Gönül Yarası' ve 'Hakkari'de Bir Mevsim' filmlerinde öğretmen, 'aydın' kimliği ile öne çıkmaktadır. 'Gönül Yarası' filminde mesleğine sevdalı ama dışarıda akıp giden dünyaya yabancılaşmış bir karakter vurgusu vardır. Öğretmenlerin toplumsal hayatın hep önünde birer kişi olarak resmedilmeleri yanında, artık dünyanın farklılıklarına uzak, naif, karşılıksız sevgi gösteren, çıkarsız bir temsilleri sözkonusudur. Aydın kimliği yanında her 2 filmde de öğretmenin işini yaptığı çevrede nasıl önemli bir konumda olduğu vurgulanmıştır.


POSTMODERN KADIN KİMLİĞİ


Türkiye'de yapılan-çekilen filmlerde kadına yaklaşım nasıl sizce? Kadın temsili nasıl gerçekleşti yapılan filmlerde? Metinlerden birinde kullanılan 'postmodern kadın kimliği' kavramı neyi ifade ediyor?
Kadın Türk Sineması'nda hep ikincil konumda geleneksel rollerle kuşatılmış bir şekilde resmedilmiştir. Kadına, filmin anlatısı içinde hep ekonomik olarak erkeğine (baba-koca) bağlı-bağımlı, isteklerini ortaya koyamayan, cinselliğini özgürce yaşayamayan bir profil çizilmiştir. Ancak Atıf Yılmaz sinemasındaki kadın filmleri (Dul Bir Kadın-Dağınık Yatak-Kadının Adı Yok) bu anlamda bir kırılmaya sebep olmuş, böylelikle Türk Sineması bağımlı olmaktan bireye dönüşmüş, cesur, özgür kadın tipi ile tanışmıştır. Son dönem Türk filmlerinde ise kadın, 'postmodern kimliği' ile karşımıza çıkmaktadır. Gelenekselden moderne, modernden geleneksele doğru akışkan bir özellik gösteren kadın temsili bu anlamda bir değişimi de gündeme taşımaktadır. Kadınlar kendi istekleri için her ne kadar çabalasalar da, sonuçta nihai kararı sistemin güçlü aktörü olarak erkekler söylemektedir.
Ele aldığınız dönemde çekilen filmler yurtdışında nasıl tanınıyor? Ne gibi tepkiler alıyor?
2000 sonrası Türk Sineması'nda çekilen filmler, uluslar arası alanda da hatırı sayılır başarılar kazanmışlardır. Filmler, Cannes, Altın Ayı vb. prestijli sinema festivallerindeki önemli ödüllerle taçlandırılmışlardır. Başarılı bir tanıtım faaliyeti ve reklam çalışması ile filmler önemli arenalarda görücüye çıkmaya başlamışlardır. Alınan ödüller, yeni ve genç yönetmenleri bu bağlamda güçlendirmiştir. Eskinin teknik ve anlatı açısından batılı standartların uzağındaki filmlerin aksine bugün teknik ve anlatı olarak standartların çok üstünde başarılı filmler çekilmeye başlamış bu da, merakla bakan batılı sinemasal bakışları Türkiye'ye çevirmiştir.
ÖZGÜN ANLATI DİLİ HENÜZ YOK
Yıllar önce Onat Kutlar bir şema yapmış 'Bir ticari Amerikan estetiği, bir Sovyet idealist estetiği, bir de Avrupa Burjuva estetiği var' demiş. Bunların karşısına bir şeyler getirebiliyor mu Türkiye'deki sinema dünyası?
Her ülke sinemasal açıdan kendi dilini kendi formunu yaratır aslında. Örneğin İran Sineması, filmlerinde kullandığı dil ile çok özgün bir anlatı dili oluşturmuştur. Benzer şekilde bizim sinemamızda da kendi özgün dillerini oluşturmaya çalışan yönetmenler vardır. Ancak henüz bir ticari Amerikan estetiği ya da Sovyet Estetiği'nin karşısına çıkarıp sinema dünyasına katacağımız bir yenilik HENÜZ yok...
Kitabınızın bir anlamda akademinin sinemaya bakış açısını da ortaya koyan bir özelliği var. Son birkaç yıldır özellikle akademisyenlerin çok sayıda sinema kitabı yayımlandı. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk Sineması'nda 2000 sonrası görülen niceliksel artışın doğal bir yansıması olarak görüyorum bunu... Farklı türdeki filmlerin artışı ister istemez sinema ya da sosyolojik alanın incelemeleri için veri teşkil etmektedir. Akademik alanda yapılan bu tarz çalışmaların, daha bilinçli okumalar yapmak ve daha bilerek izlemek açısından son derece önemli bir misyona sahip olduğunu düşünüyorum... Bu alanı eskiye nazaran bereketli ama hala bakir olarak görüyorum...
Türkiye'deki medya düzeni Türkiye'de sinemaya nasıl bakıyor?
Eskiye nazaran daha sıcak baktıklarını ve desteklediklerini düşünüyorum. Çoklu medya kullanımı ile filmlerin tanıtımları diğer iletişim organlarında yapılarak bu anlamda bir destek verilmiş oluyor. Filmler ödül kazandıkça da, medyada daha sıklıkla yer almış oluyor. Türkiye adına üretilip uluslar arası arenaya çıkan her türlü yapım desteklenmeli.
Kitleler sinema eleştirmenlerini, yazarlarını ne ölçüde dikkate alıyor?
Vizyona o kadar çok, o kadar farklı ve o kadar değişik yapımlar giriyor ki, ister istemez bir yerden referans almak istiyor izleyici. Bu bazen eleştiriler, bazen internet sitesi, bazen de o filmi görmüş arkadaşların görüşleri oluyor. Bilinçli olarak sinemaya gidip film seçenler sinema eleştirmenlerinin ya da yazarlarının görüşlerine başvursalar da, genellikle o filmle ilgili çevreden duyulan iki çift laf daha etkili olabiliyor. Elbette bilinçli birer film izleyicisi olmak için daha derin yazılar, yorumlar, değerlendirmeler tercih edilmeli...


Özgür Yılmazkol (Ed.) 2000 Sonrası Türk Sineması'na Eleştirel Bakış, Okur Kitaplığı,2011, Okur Kitaplığı,286 sayfa


Özgür Yılmazkol


1975 yılında Manisa’da doğdu. 1993 yılında Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü’nü kazandı. 1996 yılında Genç İletişimciler Yarışması Radyo Dalı’nda Türkiye birincisi oldu. 1997 yılında “Hasret Koydum Adını” ismini verdiği şiir kitabını çıkardı. 2000 yılında Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV ve Sinema Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı. 2001 yılında yüksek lisans eğitimini bitirdikten sonra 2002 yılında Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde doktora eğitimine başladı. 2005-2006 yılları arasında Amerika’da misafir araştırmacı olarak bulundu. 2007 yılında “Uyuşturucuya Karşı 1. Sosyal Reklam Filmi Yarışması”nda ikincilik ödülünü aldı. 2007 yılında editörlüğünü üstlendiği “Medya Okumaları” kitabını çıkardı.  Kasım 2007 ile Mart 2008 öğrenci değişim programı Erasmus ile Avrupa Birliği’nden burslu olarak İtalya’da öğrenimine devam etti. TRT İzmir Radyosu “Engelli Koşu” programına 2007 yılı boyunca uzman konuk olarak katıldı. 2008 yılında iletişim doktoru unvanını aldı. Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Dr. Araştırma Görevlisi olarak bir süre çalıştıktan sonra TRT’ye geçti.


.



E-Mail : ozgur.yilmazkol@okurkitapligi.com

No comments: